29 Nisan 2012 Pazar


Halk Ozanları Üzerine 

Birkaç Söz

Halk Ozanlığı, kültürlerin aktarılmasında önemli roller üstlenen ve halka bilgi aktaran kişilerdir. Tarih boyunca Ozanlar bir çok hikaye, halk türküsü, hatta destanları dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaştırmışlardır. Ozanlar diyar diyar gezerek gördüklerini anlatan kişilerdir dedik ancak günümüzde dolaşma işlemi çok daha kolay ve hızlı olmasına karşın Ozanlık geleneği kalmamış denecek kadar azdır. Var olan ozanlarımızda gezme işini bırakmış sadece eser yazma işi ile meşgul olmaya başlamıştır. Var olan ozanlarımızda geçmişteki ozanlarımızın derinliklerine inmeyi başaramamakta ve ne yazık ki onların baktığı gözden olaylara bakamamaktadırlar.
Bunun pek çok nedeni bulunmaktadır. Saygıdeğer Cengiz Özkan’ a bir sohbetimizde sormuştum. Neden hep eski ozanların ve aşıkların eserlerini okuyorsunuz. Bunlar tükendikten sonra ne yapacaksınız, kendi eserlerinizi neden yazmıyorsunuz? Cevabı; Ben nasıl Aşık Veysel, Karacaoğlan gibi aşık olayım ki! Biz hayatı hızlı yaşıyoruz. Eskiden ozanlar bir yerden bir yere gitmek için haftalarını hatta aylarını yollarda geçirirlermiş… Yolda çiçeğin açışını, yeşilin topraktan filizlenişini görürlermiş, kısacası düşünecek, görecek, yazacak çok şeyleri ve vakitleri olurmuş. Biz ise bugün İstanbul’  dan Ankara’ ya uçakla bir saatte gidiyoruz. Yolda ne çiçeği ne de böceği görüyoruz. Ben nasıl aşık olayım onlar gibi diyerek çok manidar konuşmuştu. Aslında bir nevi olayın özetini yapmıştı.
Bana göre; Ozanlar, yolda geçirdikleri zamanı ve olayları çok iyi gözlemleyebilen usta Halk Şairleridir. Gördüklerini, yaşadıklarını o kadar ustaca anlatmışlar ki bu gün hala onların eserlerini dinliyoruz. Düşünün, Köroğlu, Kiziroğlu Mustafa’ ya yenilmesini bile şiirsel olarak anlatabilmiş, ne bir eksik ne bir fazla her şeyiyle olduğu gibi anlatmış. 
Teknoloji çağındayız, her iş geçmişe göre çok daha kolay ve hızlı yapılabilmekte. Bizlerde bu yaşantı içerisinde hızlı yaşamaktayız. Etrafımızdaki çoğu şeyin farkında bile değiliz. Doğal olarak geçmişteki büyük ozanlarımız gibi nasıl düşünelim, görelim de dile getirelim. Bizler artık programlı olarak yaşıyoruz yemek saatimiz, işe geliş ve çıkış saatimiz vb her şeyimiz programlı çünkü var olan yaşantı gereği böyle olmak zorunda. Eskiler bu hayatı doğal yaşıyorlarmış, sohbetleri, eğlenceleri her şeyleri doğalmış. Bizim ise sohbetlerimiz bile sanal oldu. Sosyal paylaşım sitelerinden birçok arkadaşımız var onlarla sanal sohbetler yapıyoruz her gün. Sosyalleşmekten anladığımız internet olmuş. Hal böyle olunca ozanlık da kalmamış aşıklıkta… 
En azından ozanlarımızı anlamaya çalışalım. Onların verdikleri eserlere, hikayelere sahip çıkalım da geçmişle aramızda diyalog kurabilelim.

26 Nisan 2012 Perşembe



Çocuk Şarkıları

Bebeklikten itibaren başlar seslerle ilişkilerimiz. Güzel ninnilerle ses müziğe dönüşür. Çoğumuz annelerimizin ninnileri ile büyümüştür. Okul çağına geldiğimizde ise çocuk şarkları girer hayatımıza. Ağaç yaşken eğilir düşüncesi ile okul çağından itibaren şarkılar aracılığı ile çocuklara pek çok bilgi yüklenir. Eğitim sisteminde bir ezgi eşliğinde öğrenimin çok daha kolay ve akılda kalıcı olduğu bilinmektedir. Birçoğumuzun çocuğu önemli telefonları müzik eşliği ile ezbere bilmektedir. Bu şarkılara benzer birçok çocuk şarkısı ile çocuklarımız hayatlarında önem arz edecek bilgileri öğrenirler. Bu şarkılar eğitici şarkılaradır en azından birçoğumuz öyle biliyordur. Aslında şarkıların içeriğini incelediğiniz de pek çoğunun da eğitici olmadığını anlayabilirsiniz. Öyle çocuk şarkıları var ki çocukları tam ters yönde eğitiyor. Bazı çocuk şarkılarının sözlerini irdeleyerek bu durumu açıklayayım.

Köylü Kızı
Köylü Kızı Çamaşır Yıkar
Çamaşır Da Kirlenince Döne Döne Ağlar!
Köylü Kızı Bulaşık Yıkar;
Tabak Da Kırılınca Döne Döne Ağlar!
Köylü Kızı Saçını Tarar;
Tarak Da Kırılınca Döne Döne Ağlar!
Köylü Kızı Yumarta Toplar;
Yumurta Da Kırılınca Döne Döne Ağlar!

Bu şarkıyı dinleyen ve söyleyen çocuk, köylü kızını hizmetçi olarak bilecektir. Köylü kızı okula gitmez mi? Köylü kızı oyun oynamaz mı? Köylü kızı ile şehirli kız arasındaki fark bu mudur? Köy hayatından bahsetmek farklı bir durumdur. Burada çocuklara verilmek istenen mesaj köy şartlarının zorluğu ise bunu çok daha güzel sözlerle anlatmak mümkündür. Görülüyor ki şarkıyı yazan kişiye, köylü kızlarının okula gitmediği ve sadece bu işleri yaptıkları anlatılmış.

ELLERİM TOMBİK TOMBİK
Çok koşup da terleme
Soğuk sulardan içe
Sonra hasta olursun
Arayıp doktor bulursun
Doktor gelir odana
iğne yapar popona
Ay ay diye bağırma
Koşup anneni çağırma

Burada çocukların çok koşup terli terli soğuk su içmemeleri gerektiği anlatılıyor. Ne kadar güzel! Ancak çocukları doktordan ve iğneden korkutmanın da bir yöntemi olarak çocuklara bu şarkıyı öğretmek yeterlidir. Doktor bu şarkıda kötü biri olarak anlatılmaktadır. Oysa o çocuk hayatının pek çok döneminde doktorlar ve iğneler ile karşı karşıya kalacaktır.

TAŞITLAR ŞARKISI
Otomobil fırlar birden
Kalkarken yerinden
Katıyor tozu dumana
Uzaklarda gözü

Otomobillerin tehlikesinden çocuklara bahsedilir. Televizyonda araçların hızlı kullanılmaması konusunda kamu spotları döndürülür. Ama çocuklara, şarkılar aracılığı ile otomobilin çık hızlı gitmesi gerektiği ve tozu dumana katması gerekliliği öğretilir. Bu çocuklar yavaş giden otomobile bindikleri zaman hayal kırıklığına uğrayacaklardır.

Baltalar elimizde, uzun ip belimizde
Biz gideriz ormana hey ormana.
Yaşlı kütük seçeriz, karşılıklı geçeriz,
Testereyle biçeriz, hop biçeriz.

Ağaç ve orman sevgisi aşılamak çocuklarımız ve onların geleceği için çok önemli bir olgudur. Yeşilin önemi ağaçların faydaları çocuklara anlatılır durur. Sonra da bu şarkı eşliğinde baltalar ile ormana ağaç kesmeye gidersiniz. Bu şarkı ile çocuktan ormanı sadece ağaç kesmesi için sevmesi gerekliliği anlatılmaktadır.

Bir küçücük aslancık varmış
Aslan baba harpte vurulmuş
Aslan baba harpte vurulmuş
Küçük aslan köyden kovulmuş
Küçük aslan köyden kovulmuş

Bir küçük aslancık; kulağa ne kadar sevimli geliyor. Fakat bu aslanın babası harpte vurulmuş. Şarkıya göre harpte şehit olmuş. ( şarkı bu ya ) ancak babası olmayınca küçük aslancık köyden kovulmuş. Bu nasıl bir çelişkidir anlamadım… Babası olmayanları dışlamamız, onları aramıza almamamız neden öğretilir ki?
Bizim müziğimiz genel itibari ile sözel yapının öncül olduğu bir müzik biçimidir. Görülmektedir ki artık sözler bizim için önemsizdir. Çocukların hayatını etkileyecek olan bilgileri verirken ne kadar dikkatli isek onlara dinleteceğimiz müziklerde de o denli seçici olmak zorundayız. Yoksa çocuklarımıza, barışı, sevgiyi, dostluğu, orman ve hayvan sevgisini nasıl aşılarız.

25 Nisan 2012 Çarşamba


Sanatçı Olmak

Sanat dünya tarihi kadar eski bir yapı taşıdır. Her dönem farklı biçimlere bürünmüş sanat ve sanatçı kavramı. Gotik dönemde heykeller; heykeli yapılan kişilere ne kadar çok benziyorsa o kadar iyi sanat eseridir. Barok dönemde bir nevi sipariş üstüne sanat yapılmış. Tabi burada Barok Dönem bestecilerini küçümsememek gerekir. O şartlar altında bile kendi duygularını yansıtan sanat eserleri çıkartmışlar, yoksa müziğin üç B’ sinden Bach’ laf söylemek haddim de değil ancak dönem itibari ile saray müziği yapıldığı ve soyluların isteklerine göre besteler yapıldığı için bu kavramı kullandım. Soylular için müzik ve bir enstrüman çalmak hobidir, bestecilerden çaldıkları enstrümanlar ile ilgili beste isterler doğal olarak bestecilerde soyluların çalma becerilerine yönelik olarak eser yazarlar. Kendileri için yazdıkları eserlerde oldukça fazladır. Klasik Dönemde, sanat ve sanatçı halka inmeye başlamış, Romantik Dönemde ise müzik artık halkın olmuştur.
Genel anlamı ile aykırı kişiler olmuştur sanatçılar, toplumun önünden giderek, halka yeni ufuklar göstermişlerdir. Bütününe bakıldığında ise halk tarafından saygı görmüşlerdir.
Günümüzde ise sanat ve sanatçı kavramı hayli ilginç bir şekle bürünmüştür. Ülkemizde her nedense herkese sanatçı diyebiliyoruz, çünkü sanat nedir, ne anlama gelir bilmiyoruz ya da farkında olmak işimize gelmiyor. Sanatçı kelimesinin sözlük anlamına bakarsanız üç aşağı beş yukarı hep aynı tanımı görürsünüz. Güzel sanatlarda her hangi bir alanda yeteneği olan kişi gibi birbirine yakın tanımlar çıkacaktır karşınıza. Bu tanımlara göre bende sanatçı oluyorum, hatta birçoğumuz aslında sanatçıymışız. Olayı biraz daha dramatik hale getirirsek “Ajdar” bu tanımlar doğrultusunda sanatçıdır. Kaldı ki Ajdar ile Serdar Ortaç ya da İsmail Yk arasında ne fark var? Fark şudur tanıtımı kaliteli yapılan ve yapılmayan. Ajdar’ ın söylediği Nane Nane şarkısını Serdar Ortaç ya da ona benzer kişiler söylese herkes dinliyor olacaktı çünkü tüm kanallarda ve radyolarda reklamı yapılacaktı.
Medya bize dinlettirmek istediği şarkıları o kadar sık önümüze getirir ki belirli bir süre sonunda hiç farkında olmadan o şarkıyı ezbere söylüyor oluruz.
Biz nedense sadece bize verilenlerle yetinmeyi yeterli olarak görüyoruz ve araştırmayı sevmiyoruz.
Şarkı söyleyen kişiye; şarkıcı, türkü söyleyen kişiye; türkücü, çok iyi enstrüman çalan kişiye, virtiöz, beste yapan kişiye, besteci denir. Tanımlar bu kadar basit ancak nedense medya ısrarla herkese sanatçı demekte direniyor.
Neden çok basit biz düşünmeyelim, onlar bizim yerimize düşünürler, böylelikle gelirleri düşmez, daha çok kazanmaya devam ederler.
Aslında öyle her beste yapan ve söyleyen kişiye sanatçı denmez. Sanatçı, topluma yol gösterici olmak zorundadır, eserlerinin kuşaklara aktarılması gerekir. Öyle iki albümle sanatçı olunmaz…
Yukarıda bahsettiğim, sipariş üstüne sanat tanımı aslında günümüz için çok daha uygundur. Çünkü Barok Dönemin bir ağırlığı vardır ve kendinden sonraki dönemlere ilham kaynağı olmuştur. Örnek vermek gerekirse, Rock müziğin çıkış noktasında bile Barok Dönem müziğini görebilirsiniz.
Bizden sonraki nesiller bugün sanatçı olarak adlandırdığımız kaç kişiyi hatırlayacak…
Sanat yapmak o kadar kolay iş değildir, öncelikle bir duruşunuz ve dünya görüşünüz olmalıdır ayrıca entelektüel birikime sahip olmanız gerekir ki bu da o kadar kolay iş değildir.
Sizce Erkan OĞUR, Orhan GENCEBAY, hatta birçoğumuzun nefret ettiği Fazıl Say’ mı sanatçı, yoksa İsmail Yk, Kenan Doğulu, Serdar Ortaç vb mi?

24 Nisan 2012 Salı


Atanamayan Öğretmenler

Öğretmenlik hepimizin bildiği gibi kutsal mesleklerden birisidir. Geleceğimizi öğretmenler şekillendirip yön verir. Son yıllarda artan işsizlik, devlet memurluğunun tekrar gözde mesleklerden birisi olmasını sağlamıştır. Buna bağlı olarak öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri dışında olan fakülte mezunları da doğal olarak öğretmenliğe geçiş için girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Bununla ilgili olarak zaman zaman var olan pedagojik formasyon derslerini alarak kpss sınavlarından başarılı olanlar öğretmen olabilmekteydiler. Yök’ ün son çıkardığı kararla bu pedagojik formasyonda kaldırılmış durumdadır. Burada yapılmak istenen eğitim fakültesi mezunlarına öncelik tanınması gibi görülmektedir. Daha kalifiye öğretmen yetiştirmek istenmekteymiş. Var olan yığılmanın önüne geçilmek istenmekteymiş… Ancak asıl sorun halen 400 bine yakın atanmayı bekleyen öğretmen adayları için ne yapılacağıdır. Bu sorunun önüne bu şekilde mi geçilecektir. Tabi ki hayır…
Milli eğitim bakanlığı ile yök ortak adım atmadığı sürece bu işin önüne geçilemez. Her yıl onlarca yeni eğitim fakültesi açılıyor. Bu iş isteğe bağlı olarak değil ihtiyaca göre ayarlanmalıdır. Her yıl milli eğitim bakanlığı, yök’ e ihtiyacı olan öğretmen açığını bildirirse yök’ te bu bilgiler doğrultusunda öğrenci alımına izin verirse bu iş çok daha normal hale dönebilir. Elbette öğretmen ihtiyacı kadar öğrenci alınsın demiyorum, talebe göre bir üst sınır belirlenerek bir sayı belirlenebilir.
Tabi her ile bir üniversite açarsanız bu üniversitelerde eğitim fakülteleri açarak bu kaosu daha da içinden çıkılmaz hale dönüştürürler. Üzülerek söylemeliyim ki bu yeni açılan eğitim fakülteleri ile yaklaşık 6 yıl sonra şu andaki öğretmen aday sayısı iki katına çıkacaktır.
Ancak belirtmeliyim ki burada yapılan her zaman yapıldığı gibi bir seçim stratejisidir.  Seçimlere yaklaştığımız aylarda göreceksiniz ki pedagojik formasyon tekrar yürürlüğe konulmuş. O arada şanslı olanlar öğretmen olur, geri kalanı ise düzenli kpss sınav adayı…

22 Nisan 2012 Pazar


POP MÜZİK

Toplum bireylerin birbirlerine bağımlı olarak yaşadıkları topluluktur. Bireylerin toplum içerisindeki ilişkileri belirlenmiş olan örf ve adetler üzerinden gerçekleşmektedir.  Toplumlar yeni bireylere gelenek ve göreneklerini zaman içerisinde empoze eder ki toplumların ayakta kalmasını sağlayan temel unsurlar unutulmasın.
 Toplumların yaşam biçimlerini öğrenmenin en iyi yöntemi, bilgi edinilecek toplumun kültürel yapısını incelemektir. Bir toplumun gelenek ve göreneklerini, kültürel yapısını en iyi anlatan ise o toplumun sanat eserleridir. Sanat eserlerinden o topluma ait hemen hemen her türlü öğeye ulaşmak mümkündür.
Sanatın ile kültür doğru orantılı olarak birbirlerine bağlıdır. Sanatı gelişmiş toplumlar yaşam biçimlerini de yukarıya taşımayı başarabilmiş toplumlardır. Burada sanatın gelişmişlik düzeyini en iyi yansıtabilecek olan tür olarak müzik sanatı karşımıza çıkmaktadır. Bir karşılaştırma ile konuyu biraz daha açalım. Popüler müzik; her dönem var olmuş ve her dönem farklı tarz ve şekillerle karşımıza çıkmıştır. 1968’ li yıllarda Rock müzik Türkiye’ nin popüler müziği iken, 2000’ li yıllar Pop müziğin popüler olduğu dönemlerdir.  Avrupa ülkeleri içinde 1600’ lü yıllarda Barok Dönem müziği popüler müzik iken günümüzde bu popülaritesinden oldukça uzaktır. Bu ufak açıklamadan sonra asıl konumuza dönelim.  Geçmişte yapılmış pop müzik eserleri ile 2000 den sonra yapılmış olan pop müziği eserlerini karşılaştıralım. Fikret KIZILOK, Tanju OKAN, Ajda PEKKAN 1970’ li yıllarda önemli popüler müzik sanatçılarımızdan bazılarıdır. Tanju OKAN’ ın Başlık parası adlı eserini ele alalım.
Başlık ister kız babası                       
O toplumun yüz karası
Olmaz olsun şu fakirlik
Bulamadım başlık parası
Eserin nakarat kısmını incelediğimizde ezgisel güzelliğinin yanı sıra sözlerinde, o dönemde başlık parasının toplumsal bir sorun olduğundan bahsederek topluma müzik vasıtası ile bir şeyler iletmeye çalışmaktadır. Bu çok basit bir örnektir ki bu örnekleri çoğaltabiliriz.
2012 yıllarının önemli pop şarkıcılarını ise Tarkan, Kenan DOĞULU, İsmail YK’, vb olarak sıralayabiliriz.  Buradan da İsmail YK’ nın Allah belanı versin adlı eserini ele alalım.
Allah belanı versin
Allah seni kahretsin
Bana gelen sana gelsin
Hayatımı sen mahvettin
Acımadın neler çektim
Kader seni de kör etsin

Bu eserin de nakarat kısmına baktığımızda sevgilisinden ayrılmış bir adam görüyoruz ki bu adam ne kadar kin ve nefret dolu olduğunu bize bu sözlerle anlatmaktadır. Burada topluma verilen bir mesaj yok mu? Tabi ki var, o da sevgilinizden ayrılınca onu güzel anılarla anmayın aksine ne kadar beddua biliyorsanız arkasından sayın hatta gördüğünüz yerde tekme tokat dövün. (Klipinde araba parçalamakta, aslında klipte ayrıldığı sevgilisini dövemeyeceği için arabayı parçalamakta)
Bugün ülkemizde gelinmiş olan nokta, şarkıların sözlerine bakıldığında açıkça görülmektedir. Bu şarkının dışında diğer şarkılara da bir göz atalım. Kenan Doğulu, kız hepsi senin mi cakkıdı cıkkıdı oynaşalım kız, Tarkan, yakalarsam much, İsmail YK Facebook,  ve buna benzer sadece günlük tüketim için yazılmış pek çok şarkı.
Aslında sorun olarak bakılması gereken biz müziği sanat olarak değil sadece bir eğlence aracı olarak görmekteyiz. Elbette şarkılar insanları eğlendirme aracı olarak ta kullanılmalı ancak yapılan bu eserlerin bir seviyesi de olmalı. Bir ülkeyi yok etmenin en kolay yolu o ülkenin kültürel değerlerini yok etmektir. Kültürel değerleri yok etmenin en kolay ve hızlı yolu ise bu işi müzikle yapmaktadır.
Bu ülkenin Erkan OĞUR, Bülent ORTAÇGİL,  Şebnem FERAH gibi, sanatçı kavramını üstüne koyabileceğimiz pek çok sanatçımız var. Ancak bunlardan pek çoğu para kazanabilmek için popüler kültüre boyun eğmek zorunda kalmaktadır.
Kültürün en önemli öğesi “Dil” dir. Şarkılarda duyduğumuz “gelcem, gitcem, yapcam, okey vb” sözleri artık günlük yaşantımızda kullanır olmuşsak ve bunları yadırgamadan kullanıyorsak dil çökmeye başlamış demektir.
Artık düzgün Türkçe konuşan kişilerle bile dalga geçiyor ve onları entel olarak görünmeye çalışıyor diye adlandırıyorsak dil çökmeye başlamış demektir.
Müzik dinlerken medyanın bize verdiği müzikleri değil araştırıp kendimize ait olan müzikleri bulup onları dinlemeye başladığımız zaman bu işi biraz daha düzene girmeye başlayacaktır.

21 Nisan 2012 Cumartesi


SONAT

XVI. yüzyılın başlarına kadar, vokal müzik(insan sesine dayalı), çalgısal müzikten daha önde idi. Çalgılar sadece insan sesinin arada kalan boşluklarını doldurmak için kullanılan ikincil bir öğeydi. XVI. Yüzyıl, Çalgısal müziğin önem kazanmaya başladığı yüzyıldır. Sonatın da bu yüzyılda ortaya çıktığı olasıdır.
Sonat; İtalyanca tınlamak anlamına gelen “suonare” kelimesinden gelmektedir. Sesin bir çalgı vasıtası ile elde edilmesi kastedilmektedir. Genel olarak dans müziklerinin aksine vokal bir tür olan “Chanson” sonatın temellerini oluşturmuştur. Sonat ilk ortaya çıkışından sonra Oda Sonatı ve Kilise Sonatı olarak ikiye ayrılmıştı ancak yine de sonat ile süit arasında pek fark da yoktu. Sonatta da süitlere benzer dans bölümleri bulunmaktaydı. Triolu menüet bu iki türün arasındaki benzerliğin kalıntısı olarak kalmıştır. Sonat yavaş yavaş gelişim göstermeye devam ederken Klasik Dönemde çok büyük bir evrim geçirmiş ve döneme ağırlığını koyan müzikal tür olmuştur. Tabi burada başta Haydn olmak üzere, Mozart ve Beethoven’ ın sonatı, dönemin en rağbet gören müzik türü olmasında katkıları büyüktür. Bu besteciler sayesinde sonat karmaşık bir yapı olarak doruk noktasına ulaşmış ve genel şeklini almıştır.
Sonat üç bölümlü bir formdur ancak daha sonraları dört bölümlü olarak ta çok yaygın olarak kullanılmıştır.  Dört bölümlü sonat biçiminde tempo değerleri; Hızlı, Ağır, Orta hızda ve Hızlı biçiminde sıralanır.
Sonat bir ya da birden çok çalgı için yazılmış olabilir. Örneğin, keman ve viyolonsel sonatı; iki keman bir viyolonsel sonatı gibi..
Klasik sonat biçimi üç temel bölümden oluşur: Sergi, Gelişme, Gelişmenin tekrarı
Sergi: Sonatın konusunu oluşturulan ana temanın dinleyicilere duyurulması esas alınır, bu bölümde sonatın tanıtımı yapılır demek mümkündür.
Gelişme: Sergi bölümünde duyurulan temaların geliştirilmiş ve doruğa çıkartılmış biçimidir. Ezgisel süslemeler, modülasyon, yarım ve kırık kalış, volümdeki gerilimler bu bölümde karşımıza açık bir şekilde çıkar.
Serginin tekrarı: Bu bölümde sergi bölümünün tekrarının teknik ve anlatımsal açılardan tekrarlandığı sonuç bölümüdür. Serginin tekrarını Koda takip eder. Eserin artık uyuşmazlıklardan kurtulduğu ve konunun karara bağlandığı bölümdür.
 Müzik ilgili diğer yazıları

20 Nisan 2012 Cuma


SES NEDİR

Dünya oluşmadan önce sessizlik vardı diyebiliriz çünkü hareket yoktu. Buna bağlı olarak havayı harekete geçirecek bir titreşimden de söz edilemez. Titreşim, sesin üretilmesi için temel olgudur. Dünya hangi biçimde ve koşulda yaratılmış olursa olsun bu oluşum esnasında hareket buna bağlı olarak ses oluşmuş olmalıdır. Ses sadece hareket ile ortaya çıkmış bir yapıdır. Bir telden ya da bir davuldan ortaya çıkan ses ya da titreşim hava yolu ile kulağımıza iletilen dalgaları oluşturur. Bu titreşim yaklaşık saniyede 330 metredir. Bu koşullara göre değişiklik gösterebilecek bir hızdır. Su, hava oksijen, vb ortamlara göre değişiklik gösterebilir. Titreşim düzenli olarak ortaya çıkıyorsa buna müziksel deriz ve bunu da belli bir yükseklik seviyesinde duyarız. Titreşimler düzenli değilse buna da gürültü deriz.
Her gün yüzlerce sese maruz kalırız, bunları duyar ve ayrıştırırız. Bu ayrıştırmanın temel olarak üç özelliği vardır. Aslında her sesin kendine özgü üç özelliği vardır. Yükseklik (incelik ve kalınlık), gürlük ve tını. Çoğu zaman bu sesleri duyarken bu özelliklerin farkında olmadan ayırt ederiz. Öğrenme durumu bu konumda etkilidir. Daha önce duyduğumuz bir keman sesini ayırt edebilirken, daha önce duymadığımız ses ve sesler hakkında beyin bize çeşitli öngörüler sunar ve bu sesleri bir kalıba oturtmaya çalışır.
Bizler günlük yaşantımızda bu oluşumları farkında bile olmadan defalarca tekrarlarız, beynimize ne kadar çok ses kaydetmişsek o kadar çok ayrıştırma yapabiliriz.
Duyuşumuzun en alt sınırı saniyede yaklaşık 16-20 titreşim, üst sınır olarak ise saniyede 20.000 titreşimdir. Bu seslerin yüksekliğini, ince ve kalın olmasını ayırt etmemiz anlamına gelmektedir. Burada devreye frekans girmektedir. Frekans ne kadar artarsa ses tizleşir (incelir), ne kadar azalırsa ses baslaşır (Kalınlaşır).
İşte günlük olarak duyduğumuz araba, tren, korna, bebek, insan vb sesleri bu oluşumlar sayesinde duyabilir ve ayırt edebiliriz.

19 Nisan 2012 Perşembe


AŞIK VEYSEL

Aşık Veysel Şatıroğlu, 1894 yılında Sivas’ ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya gelmiş. 21 Mart 1973’ de Sivrialan Köyünde evinde hayata gözlerini yummuştur.
Çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığı nedeni ile gözlerini kaybetmiş. Aşık Veysel hastalığını şöyle anlatıyor. “ O günler çiçek, felaket halinde bir salgındı. Yalnız ben olsam neyse… Kardeşlerimde aynı şekilde.. Ben babamın beşinci çocuğuyum. Ali isminde bir de ağabeyim vardı, sizlere ömür.. Diğer erkek kardeşlerim yanarak ölmüş iki ablam bir de küçük kardeşim de yine çiçekten ölmüşler. Bunların ölümüne benim aklım yetmiyor. Anam anlatırdı… 

İçlerinden yalnız ben kurtarmışım fakat gözlerimi kaybettikten sonra. Ne olacak köyde bakımsızlık, cahillik, fakirlik.”
Gözlerini kaybettikten sonra babası Ahmet, Aşık Veysel’ e oyalansın diye bir saz alır. Kendi kendine çalmaya çalışan Aşık Veysel’ e bağlama çalmayı Çamşıh’ lı Ali Ağa öğretir. Önceleri başka ozanların, aşıkların eserlerini çalan Aşık Veysel’ e; Nahiye Müdürü Ali Rıza Bey’ in Cumhuriyetin 10. Yılı için bir destan hazırlayıp bayramda nahiyede okumasını istemesiyle kendi eserlerini çalıp söylemeye başlar.
Ahmet Kutsi Tecer’ in yardımları ile gazete ve dergilerde şiirleri yayınlanmaya başlar. Şehir şehir dolaşmaya başlar. Aşık Veysel bir anısında “ İstanbul’ da tramvaya bindik gidiyorduk. Ayakta kaldığımızı gören bir genç hemen yerini bize ter etti. Oturduk. Bunu gören yaşlıca bir kadın gence çıkışmaya başladı: zamane işte böyle diyordu; bir alim, bir hoca olsa yerlerinden bile kımıldamazlar. Bunlar kim ki yer veriyorsun? Sazcı değil mi? Saz çalıncaya kadar dilenseler ne var? Taş atmaya daha çok devam edecekti ama bereket durakta indi de dilinden kurtardık.”
O dönemler için sanat ve sanatçıya verilen önemi ne kadar da güzel anlatmış.
Aşık Veysel, ilk olarak Mecnunun Leylamı Gördüm, sonrasında da Atatürk’ e Ağıt plaklarını doldurur ki ikisi de çok tutar. Bir röportjında Kara Toprak eserinin en beğendiği şiiri olduğunu söyleyen Aşık için toprağın önemi ayrıdır. Küçüklüğünden itibaren toprakla uğraşmış belki de en yakın dost olarak toprağı görmüştür. Her eserinden ayrı bir yaşanmışlık vardır.
İki kapılı bir han derken dünya ile ahreti anlatmış, emeklerim zay eyledi sel benim derken selin tarlasına verdiği zararı anlatmış, dünyada tükenmez murat var imiş derken ölümlü dünyayı anlatmış…
Türkiye Büyük Millet Meclisi Aşık Veysel’ in önemini biraz da olsa anlamış, 1965 yılında özel bir kanunla Aşık Veysel’ e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlamıştır.
 Aşık Veysel ile ilgili her türlü bilgiye internetten ulaşabilirsiniz, ancak acaba kaçımız öldüğü ve bugün müze olan evini ziyaret ettik? Gerçi gittiğinizde kapısı kapalı olabilir! Zile basıp kapıyı açmalarını beklemeniz gerekir. Almanya, Avusturya, İngiltere vb halk ozanlarına sahip çıkar ve onların anılarını yaşatırken bizim devletimiz sadece kapıya müze yazısı asmış o kadar…
Avusturya Mozart demektir. Düşünün Mozart’ ın mezarı bile kayıptır ama müzesi vardır. Şehirde Mozart logolu her türlü ürüne ulaşabilirsiniz. İnsanlar Mozart’ ın müzesini görmek için giderler Avusturya’ ya, biz ise öldüğü eve ulaşacak yolları bile yapmaktan aciziz. Diyeceksiniz ki Mozart’ ı dünya tanıyor. Aşık Veysel’ in evine gittiğinizde illa ki yabancı bir turistle karşılaşırsınız ve fotoğraflara baktığınızda İngiltere’ den bile gelmiş Aşık Veysel fotoğrafları bulursunuz.
Arjantin’ li Ricardo Moyano bile ülkemize geldiğinde Aşık Veysel’ i fark etmiş Kara Toprak adlı eserinden çok etkilenerek gitar için düzenlemesini yapmış da biz daha fark edememişiz…

18 Nisan 2012 Çarşamba


ERKAN OĞUR’ DAN 

YENİ ALBÜM

Erkan Oğur 1954 yılında Ankara'da doğmuş ve çocukluğu Memleketi olan Elazığ’ da geçmiştir. Müzik ile ilgilenmesi de Çocukluğunda başlamıştır. Keman ve bağlama öğrenmeye de o yıllarda yöneldi. Almanya’ya gittiği 1973 yılında gitar öğrenmeye başlayan Oğur, Doğu müziğindeki sesleri de kullanabilme gereksinimden dolayı birkaç yıl içinde perdesiz gitarı yaparak müziğe kazandırdı. Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın pek çok ülkesinde gitarcı olarak çalıştı. 1980 yılında Türkiye’ ye dönen Oğur, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarına girdi. Okul bittikten sonra Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil gibi pek çok önemli isimlerle konser çalışmalarına katılmıştır. 1989 yılında Amerika’ ya giden Oğur, Blues çalışmalar yapmış, perdesiz gitarın Batı müziğine girmesini sağlamıştır. Blues ve caz albümleri ile Avrupa’ da pek çok listede yer almıştır.
Türkiye’ de halk müziği alanında gerek müzik alanında gerek enstrüman anlamında bir çok çalışmaya imza atan Oğur, perdesiz gitar ve unutulmuş olan kopuzu halk müziğine kazandırmıştır. Son olarak 6 telli Oğur Sazını müzik dünyasına kazandırmıştır.
Oğur sazını dinlemek isteyenler, http://www.youtube.com/watch?v=y2ey48wT05E buradan ulaşabilir.
Türkiye’ nin dünyaya armağan ettiği, çok ender sanatçılarımızdan biri olan Erkan Oğur son albümü Dönmez Yol albümü ile tekrar dinleyicileriyle bir araya geldi. Oğur, Artık albüm yapmayacağını ve sadece konserler aracılığı ile müzik yolculuğuna devam edeceğini açıklamıştı. Hangi vesile ile olursa tekrar bir albüm yapması konserlerine gidemeyenler için bir arşiv niteliğinde olacaktır kanısındayım.
Albüm kalan müzik etiketi ile sadece 1000 adet olarak, double plak olarak üretilecek ve Erkan Oğur tarafından isme özel olarak imzalı şekilde gönderilecek. Erkan Oğur hayranları için kaçırılmayacak bir arşiv eseri olacak.
Albüm içerisinde 19 adet eser bulunmakta ve hepsi de dinlemeye doyamayacağınız eserler.

Albümde bulunan eserler:
1. Balık ağı                                                                                        
2. Bir Sevda
3. Kınalı Ada                                                                                    
4. Cemalin Nurun
5. Aşk Dansı                                                                                      
6. Dersim Dört Dağ İçinde
7. Hayal                                                                                             
8. Dur Dağı
9. Eksiklik Kendi Özümde                                                           
10. Gnossienne No.1
11. Haydar                                                                                        
12. Vardım Baktım Demir Kapı Sürgülü
13. Kadim                                                                                          
14. Peri Suyu
15. Mardin Dağlarında                                                                  
16. Nevruziye
17. Pencere Önü Çiçeği                                                               
18. Nilüfer
19. Yemen

17 Nisan 2012 Salı

ByMusic: Batı Müziği Mi Halk Müziği MiTürkiye’ de insanlar ...

ByMusic: Batı Müziği Mi Halk Müziği MiTürkiye’ de insanlar ...: Batı Müziği Mi Halk Müziği Mi Türkiye’ de insanlar tarafından müzik belirli bir biçim ve kalıba sokulmaya çalışılıyor. Herkes kendi dinl...

16 Nisan 2012 Pazartesi


Batı Müziği Mi Halk Müziği Mi

Türkiye’ de insanlar tarafından müzik belirli bir biçim ve kalıba sokulmaya çalışılıyor. Herkes kendi dinlediği müziğin en iyi müzik olduğunu, diğerlerinin ise işe yaramaz şeyler olduğunu karşı tarafa dayatma çabası içerisinde. Batı müziği dinleyen Türk müziğini beğenmez, Türk müziği dinleyen Batı müziğini beğenmez. Bu tartışmaların sıradan müzik dinleyicileri tarafından söylenmesini bir yere kadar normal karşılayabiliyorum. Sıradan dinleyici diyerek kesinlikle bir aşağılama yapmak niyetinde değilim, sadece müzik eğitimi alarak müziği okuyabilen kişiler ile aradaki farkı belirtmek için böyle bir cümle kurdum. Ancak müzik eğitimi almış hatta müzik eğitimi veren kişilerin böyle anlamsız ve cahilce düşünmelerini bir türlü anlayamıyorum. Bizzat üniversitelerde müzik eğitimi veren akademisyenlerden bu tarz cümleler duymak maalesef beni bu konuda bir şeyler yazmaya yöneltti.
Öncelikle belirtmek isterim ki her müzik müziktir. İyi müzik ve kötü müzik yoktur, iyi icracı ve kötü icracı vardır. Her müzik güzeldir çünkü güzel kavramı kişiye göre değişir.
Müzik duygu ve düşüncelerin ses ve ses araçları ile anlatma biçimidir. Burada konuyu açıklamak için duygu ve düşünce temel kavramımız olacak.
Batı müziğinde duygu ve düşünceler çok seslilik yöntemi ile ifade edilir dolayısı ile çok seslilik bu olguların anlatılmasını sağlayan temel faktördür.
Türk müziğinde ise söz önceliklidir duygu ve düşünceler söz ile anlatılır yani müzik ikincil plandadır. Zaten bizim müziğimizde önce sözler gelir aklımıza sonrasında müziği anımsarız.
Bu yaklaşımlar tamamen kültürel öğeler ile alakalıdır
Bir örnek ile konuyu toparlayayım;
Ünlü Fransız besteci Gabriel Faure’ nin Elegie adlı bir çello eseri bulunmaktadır. Elegie ağıt anlamına gelmektedir. Faure bu eseri emprovize yani doğaçlama olarak yapmamıştır. Eseri bestelemesi uzun bir zamanını almıştır. Ayrıca önce eserin tonunu ve ritmini belirlemiş, belirli yerlerde orkestraya söz vermiştir. Dolayısı ile bu ağıtı bestelemesi uzun bir süreç almıştır.
Türk müziğinde ise böyle bir durum mümkün değildir. Köydeki Fatma Nine oğlunun cenazesi evine geldiğinde dur bir ağıt yakayım hicaz makamında 2/4’ lük olsun, bağlama bir açış yapsın diye düşünerek mi ağıtını yakar. Acısını, o an suyun nehire dökülmesi gibi bir çırpıda dilinden döker.  
Biz acımızı o anda yaşamaya başlayan bir milletiz ve böyle bir durum karşısında içimizden gelen ne ise doğaçlama çıkar ki o ağıtı yakan kişi o an ne makam bilir ne ritim bilir ne de müzikallik düşünür.
Yukarıdaki bilgilere ilaveten batı müziğinde ağıt tasarlanıp bestelenilen bir formdur ancak Türk müziğinde ağıt o anda doğaçlama yakılır.
Bu iki ağıtı da dinlerken hüzünlenirsiniz hatta duyabilirseniz, acı çekersiniz ancak biri için çok güzel diğeri için kötü diyemezsiniz. Beğenmeme hakkınız tabi ki vardır ancak bu beğenmeme o müziği aşağılama anlamına gelmemelidir.
İki farklı kültür, tek bir ağıt, iki farklı müzik anlayışı ortak payda ise acıdır. 

12 Nisan 2012 Perşembe


ATATÜRK VE MÜZİK


Kurtuluş savaşı ve sonrasında gelen Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk için yeni bir başlangıcın ve yeni oluşumların habercisi idi. Atatürk devrimler içerisinden en önemlisi olarak müzik devrimini görüyordu. Anadolunun zengin folklor yapısının evrenselleştirilmesini istiyordu. Bu hedef doğrultusunda yetenekli gençler yurt dışında eğitimlere gönderildiler. Bazı müzik adamlarına göre Atatürk Türk müziğine karşı ve batı müziği hayranıdır. Atatür' kün Türk müziğine karşı olduğunu, Batı müziğinin ülkeye yerleştirilmesini istediğini düşünenler Atatürk' ü anlamaktan mahrum olan kişilerdir. Amaç eski müzik formunun evrensel boyutlara getirilmesi ve bunu çok sesli müzik anlayışı içerisinde yapılmasıdır. Var olan müzikten vazgeçmiş ya da ondan kurtulma çabasında değildir. Bunun sebebine gelince Atatürk Polifonin bir toplumu nasıl geliştirebileceğini çok iyi biliyordu. Balkan Savaşında yenilgiyi operamızın olmayışına bağlayacak ölçüde durumu ciddiye almıştır. Atatürk geleneksel müziğimizin modernasyon işleminde en çok Ahmed Adnan SAYGUN' a güvenmekteydi. Saygun için Dinçer YILDIZ " O, bütün yöresel dereleri içinde toplayıp gittikçe büyüyerek ve coşarak Ege Denizi' ne çağlar boyunca yalnız su değil, kültür de taşıyan Büyük Menderes Irmağına benzer. Anadolu' nun her yana saçılmış,çok zengin olan kültürel mozayiklerini, evrensel normlar ve ölçütler içinde birbiriyle bağlayarak canlandıran ulusal ruhtur Saygun."  (Bilincin ışında müzik s. 20)Atatürk' ün müziğe bakış açısının ta kendisidir Saygun. Onun müziği Türkiye müziğinin evrensel boyuta taşınmış halidir.  Atatürk' ün müziğe bakış açısından bahsederken Saygun' a da nerden geldik diyeceksiniz. Atatürk Osmanlı Saray Müziğinden, Halk Müziğimizden ve Batının çok sesli müzik tekniği ile harmanlanarak yeni bir müzik istemekteydi. İşte Saygun' un eserlerine bakarsanız bu harmanlamanın ne kadar mükemmel kullanıldığını görürsünüz. Atatürk' ün müziği için Saygun' un müziğine bakmak lazım gelir.Atatürk' ün ölümünden sonra Alman besteci Hindemith' in 1936 Eylül Ayında verdiği rapor doğrultusunda Saygun' un görevine son verildi. "Gençleri etrafında bi bayrak gibi toplayıp ihtilalin başı gibi dolaşan Saygun' un tam musiki reformunun yapılacağı sırada Ankara' dan uzaklaştırılması lazım." (Bilincin ışında müzik s. 21)Saygun' un müzik dehasının yanına bile yaklaşamıyacak bir besteci Saygun' u aforoz ediyor ve bizim müziğimiz için onu bir tehlike olarak görüyordu. 
Şimdi o zaman ki Hindemith hayranlarına soruyorum müzikte yaptığınız reform nerede... 

11 Nisan 2012 Çarşamba

ByMusic: Müzik Serüveni Üzerine 2

ByMusic: Müzik Serüveni Üzerine 2Müzik bir kültür öğesidir ...: Müzik Serüveni Üzerine 2 Müzik bir kültür öğesidir ve temelleri bu kültürler üzerine kurulmuştur. Ünlü müzikolog  Nicholas Cook ’ un da...

ByMusic: TÜRK MÜZİĞİNDE TERMİNOLOJİİlk çağlardan günümüze k...

ByMusic: TÜRK MÜZİĞİNDE TERMİNOLOJİİlk çağlardan günümüze k...: TÜRK MÜZİĞİNDE TERMİNOLOJİ İlk çağlardan günümüze kadar olan süreçte müzik insan hayatının çok büyük alanında yer almıştır. Toplumu yönl...

ByMusic: Müzik Bilimlerinde Bilimsel Araştırma Yöntemlerin...

ByMusic:
Müzik Bilimlerinde Bilimsel Araştırma Yöntemlerin...
: Müzik Bilimlerinde Bilimsel Araştırma Yöntemlerinde Bilgisayar Kullanımı Bilimin tanımı olarak değişik kaynaklarda farklı tanımlar bu...

ByMusic: TÜRK KÜLTÜRÜNDE MÜZİĞİN YERİ

ByMusic:                    TÜRK KÜLTÜRÜNDE MÜZİĞİN YERİ
Mü...
:                     TÜRK KÜLTÜRÜNDE MÜZİĞİN YERİ Müzik duygu ve düşüncelerin ses ve ses kaynakları ile yani enstrümanlarla anlatılma b...

ByMusic: Müzik Serüveni Üzerine

ByMusic:
Müzik Serüveni Üzerine 1
İnsanlar için müzik her ...
: Müzik Serüveni Üzerine 1 İnsanlar için müzik her şeydir ve aynı zamanda da hiçbir şeydir. Neden böyle bir cümle ile yazıya başl...

                   TÜRK KÜLTÜRÜNDE MÜZİĞİN YERİ

Müzik duygu ve düşüncelerin ses ve ses kaynakları ile yani enstrümanlarla anlatılma biçimidir. İnsanoğlu müziğin farkına vardığı andan itibaren de müzikten kopamamıştır. Bugünkü şeklini alması da epey zaman almıştır. İlk insanlar hayvan kemiklerinden ve taşları birbirine sürterek müzik yapmaya başlamışlar daha sonraları çeşitli hayvan derilerinden, ağaçlardan kısacası doğadan yararlanarak müziği kendilerine göre geliştirmişlerdir. Toplumsal alandaki sınıfsal ayrımlarını aynen müziğe de yansıtmışlardır. Bu güne kadar da müziğin gelişimini devam ettirmişlerdir. Müziğin temel öğesi kültürdür.

Kültür, doğuştan başlayarak bilinçli ya da bilinçsiz edindiğimiz bilgilerin tamamıdır. Bu demektir ki kültür, yaşam biçimimizi tamamıyla yönlendirmektedir. Doğuştan başlayarak edindiğimiz bu bilgilerin doğrultusunda bir davranış biçimi ediniriz. Çevremizdekilerin hal ve hareketleri de bu davranışlarımızın değişime uğramasında etkili olur. Aslında kültür sürekli değişime uğrar, uğramalıdır da.

Türkiye'nin kültürel yapısı, geçmişten günümüze kadar gelen çok zengin ve çeşitli kültürlerin birikiminden oluşmuştur. Türkiye, coğrafi konumu bakımından Doğu, Batı, Ortadoğu ve Akdeniz'in merkezindedir. Bu sebeple çok farklı kültürleri içerisinde barındırmaktadır. Anadolu, binlerce yıllık geçmişi ve tarihinde var olan birçok farklı kültürün etkisiyle çok zengin bir kültürel birikime sahiptir.

Genel olarak kültürel yapıdaki bu zenginlik müzik kültürümüze de yansımaktadır. Müzik yapma ve dinleme de kuşkusuz bir davranış şeklidir.
Bir toplumun müzik yaşayışı, o toplumun ekonomik-kültürel­ toplumsal koşullarından kaynaklanır; bu koşullan yansıtır ve bu koşullarla karşılıklı etkileşim içinde bulunur. Türkiye bir gelişim süreci içindedir ve müziği de gelişim göstermektedir. Bu gelişim içinde birçok yeni müzik türü ortaya çıkmış ve gelişim göstermiştir.

Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün hızlı bir şekilde sanayi devrimini gerçekleştirmesiyle kırsal alanlardan kentlere göçler başlamıştır. İlerleyen yıllarda ülkenin batısına daha çok önem verilmiş kentleşme hızlanmıştır. Doğu bölgeleri ise ağalık sistemiyle hayatını sürdürmüştür. Doğuda tarım alanlarının feodal düzene göre paylaşılması ile halk işsiz kalmış, çıkan kan davaları ile de zor durumda kalıp büyük kentlere göç etmeye başlamıştır. Bu göçler sırasında gidilen bölgelerin kültürüne uyabilenlerin dışında kalan kesim kendi kültürleri ile çatışma içine girmiştir.

70’li yıllarda fakir halkın yerleştiği gecekondular ortaya çıkmıştır. Buna kötü siyasi politikalar doğrultusunda verilen tapuları da eklersek devlet halkı gecekondularda yaşamaya yönlendirmiştir. Artan nüfusa karşı sanayinin zayıf kalması işsizliği arttırmış, sağlık sektörünün yetersiz kalmasıyla yetersiz tedavi,
halkı daha kötü bir yaşama doğru sürüklemiştir.
80'li yıllarda serbest piyasa ekonomisine geçilmiştir. Artık Türkiye yeni zenginlere merhaba diyecektir. Kısa yoldan para kazanma hırsı popüler olmuştur. 80 öncesinin gerek ekonomik gerekse kültürel olarak ezilen halk artık para ile gücü eline almaya başlamıştır. Bu kültürel değişim her alanda olduğu gibi müzikte de görülmüştür. Bu dönemlerin isyan müziği olarak ortaya çıkan arabesk müzik varoş olarak nitelenen gecekonduların gözde müziği olarak yerini almıştır. Arabeskin anlamını fakirliğe, çileye, düzene isyan olarak yorumlarsak,

Arabesk müziğin Arabesk kültürden doğduğunu söyleyebiliriz. Yani var olan bir kültüre karşı doğmuştur arabesk. Bu kültür sadece müziğe etki etmemiş bir yaşam tarzı haline gelmiştir.
Arabesk diziler, arabesk filimler, arabesk yaşantı, Aslında toplumumuzun büyük bir kesiminin aynasıdır. Orhan Gencebay Arabesk Müziğinin doğuşu ve gelişiminde en büyük otoritedir diyebiliriz. Halkımız bu müziği çok çabuk benimsemiştir.
1950’li yıllarda Türküler ve Klasik Türk Müziği de revaçta idi.  Taşralar Türk Halk müziği ile mutlu olurken kentlerde Türk Sanat müziği dinleniyordu.
Arabesk müziğin ortaya çıkmasıyla popülerliklerini kaybetmişlerdir.
Köyden kente gelen köylü zenginler ise yeni bir zengin sınıfın varlığını oluşturur. Bu sınıfın şehirdeki eğlence kalıplarına uyma çabasının ürünü olarak gazinolar ortaya çıkmıştır Bu sınıf kendisini bu mekanlarda*(1)Zeki Müren'in başını çektiği popüler sanat müziği şarkılarında ifade etmiştir. Şehirli ve oturmuş burjuva sınıfının kendini ifade ediş şekli ise Münir Nurettin Selçuk'un şarkıları ve Fehmi Ege'nin tangolarıyladır.*

Bunların dışında bir kesim yani zenginler ise Klasik Batı Müziğine yönelmişti.
Bu dönemde belli bir kesim için bu müzik türü sırf sosyal statülerini ispatlamak için katlanılan mecburi bir görev olmuştur. Varoşlardaki insanlardan farklı olmanın en temel şartı olmuş Klasik Batı Müziği, az da olsa severek dinleyenleri de unutmamak gerekir.1990’lı yıllara geldikçe artık insanların ekonomik durumlarından çok medya kuruluşlarının egemenliği altında bir müzik kültürüne sahip olduklarını görüyoruz. Müzik bir kültürdür demek çok doğru bir tanımdır. Bir insanın dinlediği müzikten nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğunu öğrenmek mümkündür. Bugün Türkiye’de müzik bir sanayidir, medya kuruluşları da fabrikaları. Sayıları artan fabrikalar kontrol altında olmadığı zaman çevre kirliliğine yol açar. Türkiye tam bir müzik kirliliği içindedir. Kontrolsüz üretim ve Unkapanı tekeli bunun en belirgin örneğidir.

  1. www.amigra.org
Bir zamanların Türk hafif müziği bugünkü pop müzik; Basit, sık tekrarlanan, anlamı olmayan sözler, akılda kalacak nakaratlar ve en basitinden bir melodi pop müziğin açıklamasıdır.
Kısa süre için popüler olan gelip geçici müzik tarzıdır, bir kimlik barındırmaz, mesaj kaygısı yoktur. Eğlence müziğidir aslında gençlerle ve çocuklarla iletişimdedir. Radyo ve televizyonlarda her gün sıkça görmekteyiz.
Pop müziğin 1950’li yıllarda Erol Büyükburç ile başladığı kabul ediliyor. Çoğunlukla yabancı şarkılara söz yazılıp okunuyordu. Timur Selçuk, çağdaş Türk Popüler Müziği''nin ilk örneklerini vermiştir.
Ardından Cem Karaca, Barış Manço ve Fikret Kızılok
Gibi sanatçılar, yerel özellikler taşıyan besteleri ve müzikleriyle Türk
Popunun yelpazesini açıp, ufkunu genişlettiler. 1970''li yıllarda Türk Popüler Müziği şaha kalktı.70’li yılların genç nesilinin eğlence müziğidir.

Dünyada yavaş yavaş yayılmakta olan rock müziğin Türkiye'de yükselişi daha hızlı olmuştur. Sebep, son yıllarda yurt dışındaki rock müzik dinleyicilerinin konser ve festivallere doymuş olması ve büyük gruplar görmeye hasret, kaliteli müziğe aç olan ülkemiz gençlerine rock aşılamak için yapılan harcamalardır. Pop müziğinin alternatifidir de diyebiliriz.
Rock müzik, aslında yükselen ve popüler olan bir karaktere sahip değildir, zaten muhalif bir duruşu vardır. Ama ülkemizde gençlere verilmek istenen sadece rock müziğin tüketimidir. Mevcut medya/müzik şirketlerinin dayatması olan ve belki de bir süre sonra etkisini yitirecek bir yükseliştir.
Ülkemizde rock müzik dinleyicisinin sabit bir dinleyicisi yoktur, ortak yanları dinledikleri müziktir sadece. Oysaki rock müzik bi karşı gelmeye karşılık olarak çıkmıştır. Medyaya yansıyan imaj genelde daha iyi malzeme olduğu için "siyah giyinen, bir sürü takı takan, uzun saçlı uzun sakallı tiplerdir. Türkiye’de rock müzik gençlere bir alternatif olarak sunulmuştur. Medya rock müziğn adını kötüye çıkarmıştır aslında bilinçli olarak bugün rockcı denince çoğumuzun ilk aklına gelen satanist oluyor. Ortada büyük bir endüstri var bu çarkın dönmesi için yeni ürünler çıkmak zorunda Top 10'lar da, müzik ödülleri de bunun için.
Halkın kültür seviyesini aynı seviyede tutup çarkın dönmesini sağlamak temel kuraldır.
Halk müziği ülkemizde çok önemli bir yere sahiptir. Popüler kültürün zorda kaldığı anda yararlandığı elinin altındaki yegane ve tükenmez kaynak,
Türk kültürü doğrultusunda gelişen ve yaşamını sürdüren halk müziği armonisi bakımından diğer milletlerin halk müziğine karşın zayıf kalmakla birlikte söz bakımından ön plana çıkmaktadır. Halk müziğinin edebiyat yönü oldukça gelişmiştir aslında şiirlerin müzikle söylenme şeklidir diyebiliriz. Anadolu insanı ve köylerde sıkça dinlenmektedir. Son dönemde popülaritesinin artması gençlerinde bu müzik tarzını dinlemesinde etkili olmuştur.
1970’li yıllarla ortaya çıkan düzeni sert bir dille eleştiren bir müzik türü vardı; protez müzik, bir zamanlar yasaklandı daha çok sol kesim olarak adlandırılan grubun dinlediği bir müzik türü olmuştu. Zamanla o da popüler kültürden nasibini aldı ve bugünkü adı özgün müzik olarak değişti.
Bazı müzikleri dinleyiciler hemen dinleyemezler, kolay adapte olamazlar.. Ülkemizde halen ana hatlarıyla bile caz müziği, dinleyicisi fazla değildir. Ülkemizde kendisine fazla dinleyici kitlesi bulamamıştır.
*(2)Caz müziğinin neden ve nasıl Amerika'da ortaya çıktığını ve bu kadar farklı türde müziğin nasıl biraraya geldiğini anlayabilmek için, Afrikalıların kölelik Amerika'sındaki yaşamlarına göz atmamız gerekir. Afrikalı köleler Amerika'ya getirildikleri zaman yanlarına müzik aletlerini almalarına izin verilmemişti. Ama onlar müzikal zevklerini ve geleneklerini yanlarına almışlardı..."
Türkiye’de 1951 yılında Cüneyt Sermet ve Arto Haçaduryan tarafından ilk caz orkestrası kuruldu. Jazz müzik dinleyen kesim kültür düzeyi yüksek ve müzik kültürü gelişmiş insanlardan oluşmaktadır.

Türkiye’de bugün tam anlamıyla bir müzik kaosu yaşanmaktadır. Var olan popüler kültür insanların kültür seviyesini de aşağıya çekmektedir. Sanıldığı gibi zengin insan da çok fazla bir kültüre sahip değildir, bunun başlıca sebebi de Türkiye kolay para kazanma cennetidir. Bu kaosun içinde insanlar okuma kültürlerini bırakmışlardır. Var olan düzene ayak uydurmuşlar ve bu doğrultuda ilerlemişlerdir. Müzik açısından da farklı bir tablo yoktur ortada aslında varoşlar olarak nitelendirilen gecekondular zamanında isyan olarak ortaya çıkan ve bugün tamamen popüler kültürün tekeli altında olan protez (özgün),arabesk (fantezi)müziği dinlemektedir. Bunlardan kültürel seviyeleri daha fazla olanlar tarihin yok edemediği halk müziğini tercih etmektedir. Gençler daha çok arabesk ve pop müziğin etkisi altındadır. Orta tabaka olarak nitelendirilen yani maddi durumu daha iyi olan kesim varoşlardan farklı olarak Türk sanat müziği dinlemektedir. Gençleri ve daha çok liseli gençleri ise pop ve rock müziğin etkisi altındadır. Yüksek gelirli kesiminde çoğunlukla arabesk ve halk müziği dinlediğini görüyoruz. Zaten bu kesimin büyük bir çoğunluğu da kültürden önce para edinmişlerdir bu da müzik türü açısından çok farklı bir değişikliğe yol açmamaktadır. Maddi durumu çok iyi olan gençlerin çoğunluğunun eğlence müziği yani popüler müziği dinlediğini görüyoruz. Türkiye’de Jazz müzik dinleyicisi gerçek anlamda müzik açısından birikimli kişilerden oluşmaktadır. Kültür açısından ve müzik açısından ülkemizde farklı bir yere sahiptirler. Clasic Batı müziği de Türkiye’de belirli bir kültür seviyesindeki insanların dinlediği müzik türüdür. Ancak buna yalnız zenginlerin müziği demek de yanlış olur. Birçok zengin insan için bu müzik türü sosyal sınıflarını göstermenin bir yoludur sadece. Türkiye tam anlamıyla bir kültür yozlaşmasının içindedir. Medya insanlara içi boş ve anlamı olmayan müzikleri dinletip halkı tam anlamıyla uyutmak çabasındadır.

  1. Cazın Kökenleri

Bugün pop ve rock müziğin tükenmesiyle popüler kültürce yoğrulmuş halk müziği insanlara dinlettirilmektedir. Gerçek anlamda halk müziği, sanat müziği jazz ve klasik müzik dinleyenleri bu gruplardan ayrı tutmak da gerekir.

İyi ve kötü müzik kavramında da kültürün önemi çok fazladır. Kültür seviyesi iyi bir insan her türlü müziği de dinleyebilir bu onun kültürel çöküşe geçmesine etken olamaz. Asıl sorun insanları direkt olarak bu çöküntülü müziğin içinde bu kültürle yetiştirmektir.
İnsanın yaşadığı coğrafya ve yetiştiği ortam onun kültürünü belirler. İyi kültürle yetişmiş insanlar popüler kültürden etkilenmeden yollarına devam edebilenlerdir.


           KAYNAKÇA



1-        http://www.kultur.gov.tr


2-        http://www.turkuler.com


     3-      www.muzikdersi.com

   
     4-      www.turkmusikisivakfi.com.

 
     5-       www.milliyet.com


      6-      http://www.beethovenlives.net


      7-      http://ansiklopedi.blogspot.com

      8-      www.amigra.org









10 Nisan 2012 Salı



Müzik Serüveni Üzerine 1

İnsanlar için müzik her şeydir ve aynı zamanda da hiçbir şeydir.

Neden böyle bir cümle ile yazıya başladım açıklamaya çalışayım.
İlk insanlardan başlayalım; “Homo Sapiens” yani ilk insanlar müziği nasıl kullanmış olabilirler. Muhtemelen korktukları bir hayvanı kaçırmak için o hayvanın korktuğu başka bir hayvanın sesini taklit etmişlerdir. Daha gelişmiş düşünürsek, birbirleri ile anlaşmak için ya da tehlikeleri haber vermek için farklı sesler çıkararak müziği kullanmış olabilirler. Aslında burada müzikten bahsetmek pek de doğru olmayabilir ancak seslerin bir anlam içerisinde kullanılmış olabileceğini düşünürsek müziğin ilk temel taşlarını atmışlardır diyebiliriz.
Belki şişmiş bir hayvan leşinin karnını deşmeye çalışırken çıkan sesten etkilenmişlerdir ve ilk davulu bulmuşlardır. Ne dersiniz!
Aslında toplumdaki birey sayısı arttıkça ihtiyaçlarda arttığı için insanoğlu kendisini geliştirmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu noktada insanlar kendilerini geliştirmeye başlamışlardır ki işte müziğin serüveni de başlamıştır.
İnsanların konuşmayı öğrenmesi ve din olgusunun kazanılmasıyla müzik de insanoğlu gibi evrim geçirmiştir. Müziği artık din için de kullanmaya başlamışlardır. Dini ayin ve törenlerde müzik kullanılmaya başlanmış, birleştirici gücünden yararlanılmıştır. (Kabilelerde kötü ruhu çıkartma ayinlerinde bir ateş etrafında müzik eşliğinde transa geçip o kötü ruhu çıkarttıkları filmleri eminim hepimiz defalarca izlemişizdir.)
İnsanoğlunun kendini fark etmesi ve kendi için de bir şeyler yapma ihtiyacı olduğunu fark etmesi ile müzik artık sosyal bir statü kazanmaya başlamış kültür ve eğlence donanımlarını da insanlığa fark ettirmiştir. İşte bu noktadan itibaren müzik farklı biçimlere girmeye her bireye farklı koşullar doğrultusunda cevap vermeye başlamıştır.
Peki, dünya üzerinde neden bu kadar farklı ulusal müzik ve bunlara bağlı olarak farklı müzik tarzları bulunmakta…

Müzik Serüveni Üzerine 2
Müzik bir kültür öğesidir ve temelleri bu kültürler üzerine kurulmuştur. Ünlü müzikolog Nicholas Cook’ un da söylediği gibi “Dili olmayan bir kültür olmadığı gibi müziği olmayan kültürde yoktur”. Her ulusun kendi kültürel yapıları vardır ki buna bağlı olarak müzikleri de farklılıklar gösterir. Yaşam tarzı, gelenek ve görenek, eğitim vb gibi durumlar müziğin değişime uğramasını sağlayan temel faktörlerdir. Bu kültürel öğeler halk müziklerini etkilediği kadar popüler müzikleri de etkilemiştir. Bir örnek ile konuyu açıklayayım;
Ülkemizde yapılan Arabesk müzik ile Batı müziğinde bulunan Arabesk faklı yapılardadır ve birbirlerine hiç benzemezler. Arabesk kelimesi aslında mimaride kullanılan bir form olarak kullanılmaya başlamış daha sonra müziğe de etkisini geçirmiştir. Batı dünyasında Arabesk: İç içe geçmiş çiçek figürlerinin soyut eğrilerle bezenmesi anlamında kullanılmaktadır. Bizim müziğimizde ise Arap müziği ile Türk müziğinin harmanlanması olarak algılanmıştır.
Aslında konuyu toparlarsak Batı Müziği içerisinde Arabesk bir form iken bizim müziğimiz içerisinde tarz olarak kullanılmaktadır. Biz Orhan Gencebay, Müslüm Gürses gibi müzisyenlere arabesk müzisyenleri derken Batı dünyası arabesk bir eser besteleyen müzisyene bu tabiri kullanmaz.  Örneğin; Robert Schumann’ ın Op. 18 nolu eserinin adı Arabesque’ dir. Almanlar Schumann’ ı Batı Müziği bestecisi olarak tanımlamaktadır.
Şimdi gelelim müzik tarzlarına, aslında her müzik tarzı bir öncekine karşı olarak çıkmıştır. Hepsinin temel çıkış noktası isyan ve bir önceki müzik tarzının halka hitap etmemesidir. Günümüzde; Türk Müziği, Batı Müziği, Caz, Blues, Pop, Rock, Hiphop, Arabesk, Metal vb pek çok farklı müzik tarzı vardır. Var olan bu müzik tarzları birbirlerinden etkilenmiş, müzikal formlarının içeriğini değişimlere uğratarak yeni biçimlere kavuşmuşlardır.  
Bu müzik tarzlarının nasıl ortaya çıktığı ve geçirdikleri evreler ise bir sonraki yazıda… 

TÜRK MÜZİĞİNDE TERMİNOLOJİ
İlk çağlardan günümüze kadar olan süreçte müzik insan hayatının çok büyük alanında yer almıştır. Toplumu yönlendiren ve geliştiren bir güce sahiptir. Toplumun yaşam kalitesini yükseltir. Bu ilk çağlardan beri böyledir. Çünkü müzik insanlığın varoluşundan bugüne hep bir ihtiyaç olmuştur.
Günümüze kadar olan süreçte değişimlere uğrayan müzik, farklı türler ve biçimlerde insanların karşısına çıkmıştır. İlk dönemlerde insanlar müziği sanat kaygısı olmadan, tapınma,savaş ve eğlence amaçlı kullanmışlardır. Daha sonraki dönemlerde ise müzik gelişmiş ve şekillenmiştir. Bizim ülkemizde de aynı kökten gelen fakat farklı özellikler taşıyan, “Türk Halk Müziği” ve “Türk Sanat Müziği” olmak üzere iki müzik türü oluşmuştur.  İçten gelen duyguların sanat ve kural kaygısı güdülmeden müzikle ifade edilmesi ile Türk halk müziği, sanat kaygısı içinde planlanmış bir besteleme tekniği ile de Türk sanat müziği oluşturulmuştur. Bu nedenle sanat müziği ile ilgili bir terminoloji oluşmuş ancak halk müziği ile ilgili terimler hala tamamlanamamıştır.
1.Terminoloji Nedir?
Terminoloji; bir sanat kolunda, bilim dallarında veya teknik alanlarda özel olarak kullanılan terimlerin tümüdür.”[1]
Terminoloji olmadan bilimde olmaz. Türkçe, en eski yazılı belgelerden günümüze kadar oldukça değişiklik göstermiştir. Kelimelerin geçmişte ve günümüzde kullanımları birbirinden çok farklı olduğu için anlam karışıklığı ve düzensizlikler olur. Bu yüzden, Ahmet Adnan Saygun, Hüseyin Sadettin Arel, Mahmut Ragıp Gazimihal, Gültekin Oransay, Rauf Yekta Bey, Kazım Uz ve Mildan Niyazi Ayomak gibi birçok müzik insanı müzik terminolojisi çalışmalarına önem vermiş, bu alanda geniş çalışmalar yapmışlardır. 
2. Müzik Terminolojisi Nedir?
Müzik  Terminolojisi: Bireysel değerlendirmeyle uzmanlar tarafından belirlenmiş olan, yada halkın kendiliğinden türetmesi sonucunda ulusal dilde yerleşen ve bazen de uluslar arası özellik kazanabilen müzik terimleri dizgesi. Uluslar, kendi dillerinde bu terminolojiyi geliştirirler. Ancak terimlerin bir kısmı, türetme önceliği dolayısıyla uluslar arası kullanımda yerleşmiş bulunduğu için, söz konusu uluslar arası terimlerin, ulusal dildeki terimlerle karşılaştırmalı olarak bilinmesinde, öğrenilmesinde yarar vardır. 
Terimler, bir ulusal dildeki sözcük dağarının değişmesi olgusunda olduğu gibi, kuşaktan kuşağa değişen özellikte değildir. Tam tersine, yüzyıllar içinden süzülerek yerleşmiş olması bakımından ulusal dilden silinmesi, unutulması zordur. Bu nedenle halk arasında benimsenmiş olan terimler, yabancı kökenli olsa bile yerini başka bir terime bırakamaz. Bu noktada, halklar arasındaki uzun süreli kültür etkileşiminin de rol oynadığı bilinmektedir. Örneğin, ‘mızrab’ sözcüğü Arapçadır, ama aynı anlama gelen Farsça ‘taziyane’ sözcüğü dilimizde tezene olarak yerleşmiş, Türkçeleşmiştir; ayrıca ‘mızrab’ da kullanılır, ama ‘mızrap’ olarak.”[2]
3.Geleneksel Müziklerde Terminoloji Ne Anlama Gelir?
“Türkiye’de, müzik alanının öncelikli sorunlarının başında, terminoloji sorunu gelmektedir. Batı müziği ve onun tonal esaslı teorisine ait kavramların, cumhuriyet döneminde müzik alanına egemen olmaya başlamasından bu yana, geleneksel müzisyenlerin birçoğunda, geleneksel müziğe ait kavramları, Batı terminolojisiyle açıklama çabaları yoğunlaşmıştır. Bu süreç kaçınılmaz olarak, kültürel farklardan kaynaklanan estetik ve terminolojik farklılıkların, geri dönüşü olmayacak biçimde değişmesine yol açmıştır. Böyle olunca da, artık geleneksel müziğin kendine özgülüğünü belirleyen farklar ortadan kalkmış; yerel ve geleneksel müzikler, uyarlanan Batılı terminoloji nedeniyle, adeta Batı müziği kültürü ve kavramlarının bir unsuru ve hatta Doğulu bir versiyonu haline getirilmiştir. Makamsal karakterdeki bir müziğin tonsal kavramlarla açıklanmaya çalışılması, zihinlerin yanlış anlamalar ve karışıklıklarla dolmasına, düşünce dünyasının “bulanıklaşmasına” yol açmıştır.”[3]
 Batı müziği terminolojisinin Türk müziğinin ihtiyaçlarını karşılamadığı düşüncesiyle kendi ses sistemimiz ve icra özelliğine göre bir Türkçe müzik terminolojisi oluşturma çabası başlamıştır. Bu çalışmalar; Hüseyin Sadettin Arel, Suphi Ezgi ve Rauf Yekta ile başlatılmıştır. Bu çalışmalar sonucu bulunan terimlerden bazıları günümüze kadar gelmiş olmasına rağmen yeterli olmamış ve yeni çalışmalara gerek görülmüştür.
“ Cumhuriyet döneminde ise müzik terimlerinin Türkçeleştirme çalışması Mahmut Ragıp Gazimihal ve Ahmed Adnan Saygun tarafından daha kapsamlı ve sistematik bir şekilde ele alınmış ve ortaya konulan müzik terimleri 1954 yılında Türk Dil Kurumuna sunulmuştur. Bu terimler bir tanesi dışında tümüyle kabul edilmiş ve Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanmıştır.”[4]
Ahmet Adnan Saygun ‘un yaptığı bu çalışmada terimlerden bazıları eski ve yeni isimleriyle şu şekildedir;
 Akompanye: Eşlik                                                              Kadans: Durgu
 Surdin: Kısmaç                                                                   Period: Dönem
 Tuş: Elçin                                                                            Durak: Eksen
 Developman: Gelişim                                                          Faslet: Bas sesi
 Ritim: Tartı                                                                          Pedal: Ayakçın
 Triole: Üçleme                                                                    Düole: İkileme
 Armonikler: Doğuşkanlar                                                   İnterpret: Yorum
 Suje: Konu                                                                           Unison: Sesteş  
 Alt güçlü: Alt çeken                                                            Güçlü: Çeken
 Oktavını almak: Katlamak                                                 Müzikoloji: Müzikbilim
 Türkçe müzik terminolojisi oluşturma konusunda Prof. Dr. Gültekin Oransay da Ahmet Adnan Saygun’ un çalışmalarından yararlanmış ve kendiside geniş kapsamlı çalışmalar yapmıştır.
4. Halk Müziği Ve Sanat Müziğinde Terminoloji:
İnsanlığın varoluşundan bugüne müzik hep bir ihtiyaç olmuştur ve her toplum kendine özgü müzikler yapmıştır. Tabi ki bu müzikler her açıdan birbirinden farklı olmuştur. Çünkü ilk çağlardan günümüze kadar olan dönemde ihtiyaçlar, kullanılan araçlar, düşünceler, davranışlar nasıl değişim ve gelişim gösterdiyse, müzikte zaman içinde değişme uğramıştır. İlkel toplumlarda müzik daha basit özelliklere sahipken, gelişmiş toplumlarda daha özellikli ve çeşitlidir. Bizim toplumumuzda müzik her dönemde önem görmüştür ve Türk halk müziği ve Türk sanat müziği olarak iki ana bölümde incelenmiştir.
Sanat müziği ve halk müziği aynı kökten gelmesine rağmen aralarında oluşum farklılıkları bulunmaktadır. Sanat müziğinin oluşmasında her zaman sanat kaygısı olmuş ve belirli kurallar içerisinde yapılmıştır. Bu kurallara bağlı olarak sanat müziğinde her şey isimlendirilmiştir. Fakat halk müziğinde sanat kaygısının olmaması ve insanların içten gelen duygularıyla kendilerini ifade etmeleri genel bir isimlendirme olmamasına neden olmuştur.
“19. yüzyılda dünyada folklor araştırmalarının önem kazanmasıyla yurdumuzda da halk müziği konusunda çalışmalar yapılmış ezgiler derlenmiş müzik dernekleri konservatuarlar TRT vb. kurumlarda planlı programlı bir şekilde halk müziği öğretimi başlamıştır. Günümüzde bu daha da yaygınlık kazanmış artık Türk halk müziğinin her yönden incelenerek gerekli terminolojisinin oluşturulması zorunlu hale gelmiştir.”[5]
 Türk halk müziği ve Türk sanat müziği birbirlerini birçok yönden etkileyerek gelişimlerini sürdürmüşlerdir ve  birçok bakımdan ortak özellikler göstermektedirler. Bu ortak özellikler terminolojiye de yansımıştır ve bazı kelimeler halk müziğinde ve sanat müziğinde aynı anlamda kullanılmaya başlamıştır. Fakat bu kullanımlar bazen yanlışlıklar oluşturmaktadır. Örneğin, Türk Sanat Müziğinde kullanılan ‘makam’ ve Türk Halk Müziğinde kullanılan ‘ayak’ terimi aynı anlamda kullanılmakta fakat aynı anlamı karşılamamaktadır.
Bu konuda çalışmalar yapan Doç. Dr. Sabri YENER Türk Halk Müziği eserlerinin “makam dizisi” olarak adlandırılmasını savunmuş ve “ayak” teriminin kullanılmasını uygun bulmamıştır. Sabri YENER, Türk halk müziği ezgilerini makamsal olarak incelemiştir ve aşağıdaki gibi bazı tespitlerde bulunmuştur.
“Türk halk ezgilerini makamsal açıdan incelediğimizde bazı ezgilerin çeşitli makam dizileri içinde seyrettikleri ve makamın bütün özellikleri taşıdıkları görülmektedir. (Sözgelimi, Niksarın Fidanları, Rast; Ah Gene Bugün Yaralandım, Hüseyni; İndin Yarın Bahçesine, Mahur; Çayıra Serdim Postu, Karcığar; Ben Kendimi Gülün Dibinde Buldum, Hicazkâr; Üğrünü Üğrünü Gelir Dereden, Hicaz; Atımı Bağladım Yolun Sağına, Nikriz; Yörük de Yaylasında Yaylayamadım, Zavil; Aman Doktor, Saba; Üsküdar’a Gider iken Aldı da Bir Yağmur (Kâtibim), Nihavend; Fincanı Taştan Oyarlar Beyim Aman Aman, Nişaburek makamının dizisi içinde seyreden türkülerden bazılarıdır. 
Türk halk müziğinde bazı ezgiler de makamın bütün kurallarına bağlı kalmamakla birlikte belli bir makamın dizisi içinde seyrederler (sözgelimi; Harman Yeri Sürseler Hicaz; Yangın Olur Biz Yangına Gideriz, Uşşak; Yağmur Yağar Taş Üstüne, Hüseyni makamının dizisi içinde seyreden türkülerden bazılarıdır. 
Türk halk müziğinde bazı ezgiler de makamın bütün seslerini kullanmayıp bazı sesleri içinde seyrederler. (Sözgelimi; Suda Balık Yan Gider, Uşşak; Havada Bulut Yok Bu Ne Dumandır, Hüseyni; Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar, Hicaz; Ferayidir Gızın Adı Ferayi, Nikriz;) 
Türk halk müziğinde bazı ezgiler ise, makam dizisinin seslerini kullanmakla birlikte makamın geleneksel kurallarına uymayıp birinci derece yerine dizinin başka bir derecesinde asma kararla bitiş yaparlar. (Sözgelimi; Buraya Bulutlar Oynar Oynaşır türküsü karcığar dizisinin seslerinde seyrettiği halde dizinin dördüncü derecesinde asma kararıyla bittiğinden karcığar etkisi yapmamaktadır). 
Bazı halk ezgileri kısa geçkilerle birden çok makam dizisinde seyrederler. (Sözgelimi; Menevşesi Tutam Tutam adlı Bursa türküsü hüseyni-karcığar dizilerinde seyretmektedir. 
Halk müziği başlangıçta bir makam düşüncesi ve sanat kaygısı ile yakılmadığından bazı türküler (ezgiler) seyir bakımından herhangi bir makamı tam olarak tarif etmezler. Ancak bu ezgiler belirli bir makamın, ya da aynı aileden birkaç makamın dizisi içinde seyrederler. İşte böyle durumlarda sözkonusu ezgiyi makamsal olarak tanımlamak zorlaşmaktadır. Sözgelimi; Bir Kararda Durmayalım Gel Gidelim Dosta Gönül ilahisinin ezgisi hüseyni dizisinde gezinir ancak seyir bakımından tam bir hüseyni tarifi yapmaz. Hüseyni ailesinden muhayyer, tahir, neva gibi makamların dizileri de hüseyni dizisi ile aynıdır. Seyirleri biraz farklıdır. Sözkonusu ezginin seyri tam olarak bunlardan herhangi birine de uymamakta, ancak, hüseyni ya da hüseyni ailesi makamlarının dizilerinde seyrettiği görülmektedir. Aynı şekilde Tamburam Rekaboldu ve Çiğdem Der ki Ben Alayım türküleri de hüseyni ailesi makam dizilerinde seyretmektedir. Seyir sırasında makamın dördüncü derecesi (re) bir parça önemsenmekte ise de tam olarak bir neva etkisi sezilmemektedir. Ancak sözkonusu türkülerin hüseyni ya da hüseyni ailesi makam dizisinde seyrettiği ortadadır. Buna karşılık Söğüdün Yaprağı Narindir Narin (Zeynebim) türküsü hüseyni ailesi makam dizisinde seyretmekte ve seyir özelliğinden dolayı muhayyer etkisi uyandırmaktadır. Hicaz ve hicaz ailesi makamlarda da benzer örnekler çoktur.”[6
Türk halk müziği dizilerin ifade etmede “ayak” terimi yeterli ve uygun değildir. Aynı zamanda Türk halk müziğinde bazı ezgileri makam terimi ile ifade etmekte çok doğru sayılmaz. Bu yüzden Türk halk müziği ezgilerini makam dizileri içerisinde ifade etmek en doğru yol olarak kabul edilmektedir. (hüseyni dizisi, hicaz dizisi, nikriz dizisi, saba dizisi vb.)

Sonuç olarak, halk müziği eserlerinin  “makam” olarak adlandırılmaması, ancak “ayak” teriminin hem kavram karmaşası yarattığı hem de kelime anlamı olarak halk müziği eserlerini tam olarak karşılamadığı gerekçesiyle, halk müziği eserlerinin “makam dizisi” olarak adlandırılması ve tüm eğitim kurumlarında uygulanması, kavram karmaşası konusunda çözüm olacak niteliktedir.
 Türk müziğinde sorunların çözülebilmesi, eğitimimizin daha iyi bir seviyeye ulaşması ve müziğimizin gelecek nesillere aktarılabilmesi öncelikle kavram karmaşasının sonlandırılması ile sağlanacaktır. Bu yüzden terminolojik farklılıkların kafaları karıştırması ve çözüm çalışmalarında duraksama yaratması engellenmelidir.

[2] SAY, Ahmet, Müzik Sözlüğü, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara, 2005, 367
[3]Musiki Dergisi,  http://www.musikidergisi.net/?p=388, Okan Murat Öztürk, 21.10.2009
[4]Müzik Araştırmacısı ve Folklorcü Olarak Ahmet Adnan Saygun,  http://www.muziklopedi.org/?/Kitap/27, Necati Gedikli, 03.11.2009
 [5] Türk Halk Müziğinde Diziler ve isimlendirilmesi, http://www.turkuler.com/yazi/THMdediziler.asp, Doç. Sabri YENER, 21.10.2009
 [6] Türk Halk Müziğinde Diziler ve isimlendirilmesi, http://www.turkuler.com/yazi/THMdediziler.asp, Doç. Sabri YENER, 21.10.2009