Batı Müziği Mi Halk Müziği Mi
Türkiye’ de insanlar tarafından
müzik belirli bir biçim ve kalıba sokulmaya çalışılıyor. Herkes kendi dinlediği
müziğin en iyi müzik olduğunu, diğerlerinin ise işe yaramaz şeyler olduğunu karşı
tarafa dayatma çabası içerisinde. Batı müziği dinleyen Türk müziğini beğenmez,
Türk müziği dinleyen Batı müziğini beğenmez. Bu tartışmaların sıradan müzik
dinleyicileri tarafından söylenmesini bir yere kadar normal karşılayabiliyorum.
Sıradan dinleyici diyerek kesinlikle bir aşağılama yapmak niyetinde değilim,
sadece müzik eğitimi alarak müziği okuyabilen kişiler ile aradaki farkı
belirtmek için böyle bir cümle kurdum. Ancak müzik eğitimi almış hatta müzik
eğitimi veren kişilerin böyle anlamsız ve cahilce düşünmelerini bir türlü
anlayamıyorum. Bizzat üniversitelerde müzik eğitimi veren akademisyenlerden bu
tarz cümleler duymak maalesef beni bu konuda bir şeyler yazmaya yöneltti.
Öncelikle belirtmek isterim ki
her müzik müziktir. İyi müzik ve kötü müzik yoktur, iyi icracı ve kötü icracı
vardır. Her müzik güzeldir çünkü güzel kavramı kişiye göre değişir.
Müzik duygu ve düşüncelerin ses
ve ses araçları ile anlatma biçimidir. Burada konuyu açıklamak için duygu ve
düşünce temel kavramımız olacak.
Batı müziğinde duygu ve
düşünceler çok seslilik yöntemi ile ifade edilir dolayısı ile çok seslilik bu
olguların anlatılmasını sağlayan temel faktördür.
Türk müziğinde ise söz
önceliklidir duygu ve düşünceler söz ile anlatılır yani müzik ikincil
plandadır. Zaten bizim müziğimizde önce sözler gelir aklımıza sonrasında müziği
anımsarız.
Bu yaklaşımlar tamamen kültürel
öğeler ile alakalıdır
Bir örnek ile konuyu
toparlayayım;
Ünlü Fransız besteci Gabriel Faure’
nin Elegie adlı bir çello eseri bulunmaktadır. Elegie ağıt anlamına
gelmektedir. Faure bu eseri emprovize yani doğaçlama olarak yapmamıştır. Eseri
bestelemesi uzun bir zamanını almıştır. Ayrıca önce eserin tonunu ve ritmini
belirlemiş, belirli yerlerde orkestraya söz vermiştir. Dolayısı ile bu ağıtı bestelemesi
uzun bir süreç almıştır.
Türk müziğinde ise böyle bir
durum mümkün değildir. Köydeki Fatma Nine oğlunun cenazesi evine geldiğinde dur
bir ağıt yakayım hicaz makamında 2/4’ lük olsun, bağlama bir açış yapsın diye
düşünerek mi ağıtını yakar. Acısını, o an suyun nehire dökülmesi gibi bir
çırpıda dilinden döker.
Biz acımızı o anda yaşamaya
başlayan bir milletiz ve böyle bir durum karşısında içimizden gelen ne ise
doğaçlama çıkar ki o ağıtı yakan kişi o an ne makam bilir ne ritim bilir ne de
müzikallik düşünür.
Yukarıdaki bilgilere ilaveten
batı müziğinde ağıt tasarlanıp bestelenilen bir formdur ancak Türk müziğinde
ağıt o anda doğaçlama yakılır.
Bu iki ağıtı da dinlerken
hüzünlenirsiniz hatta duyabilirseniz, acı çekersiniz ancak biri için çok güzel
diğeri için kötü diyemezsiniz. Beğenmeme hakkınız tabi ki vardır ancak bu
beğenmeme o müziği aşağılama anlamına gelmemelidir.
İki farklı kültür, tek bir ağıt,
iki farklı müzik anlayışı ortak payda ise acıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder