16 Nisan 2012 Pazartesi


Batı Müziği Mi Halk Müziği Mi

Türkiye’ de insanlar tarafından müzik belirli bir biçim ve kalıba sokulmaya çalışılıyor. Herkes kendi dinlediği müziğin en iyi müzik olduğunu, diğerlerinin ise işe yaramaz şeyler olduğunu karşı tarafa dayatma çabası içerisinde. Batı müziği dinleyen Türk müziğini beğenmez, Türk müziği dinleyen Batı müziğini beğenmez. Bu tartışmaların sıradan müzik dinleyicileri tarafından söylenmesini bir yere kadar normal karşılayabiliyorum. Sıradan dinleyici diyerek kesinlikle bir aşağılama yapmak niyetinde değilim, sadece müzik eğitimi alarak müziği okuyabilen kişiler ile aradaki farkı belirtmek için böyle bir cümle kurdum. Ancak müzik eğitimi almış hatta müzik eğitimi veren kişilerin böyle anlamsız ve cahilce düşünmelerini bir türlü anlayamıyorum. Bizzat üniversitelerde müzik eğitimi veren akademisyenlerden bu tarz cümleler duymak maalesef beni bu konuda bir şeyler yazmaya yöneltti.
Öncelikle belirtmek isterim ki her müzik müziktir. İyi müzik ve kötü müzik yoktur, iyi icracı ve kötü icracı vardır. Her müzik güzeldir çünkü güzel kavramı kişiye göre değişir.
Müzik duygu ve düşüncelerin ses ve ses araçları ile anlatma biçimidir. Burada konuyu açıklamak için duygu ve düşünce temel kavramımız olacak.
Batı müziğinde duygu ve düşünceler çok seslilik yöntemi ile ifade edilir dolayısı ile çok seslilik bu olguların anlatılmasını sağlayan temel faktördür.
Türk müziğinde ise söz önceliklidir duygu ve düşünceler söz ile anlatılır yani müzik ikincil plandadır. Zaten bizim müziğimizde önce sözler gelir aklımıza sonrasında müziği anımsarız.
Bu yaklaşımlar tamamen kültürel öğeler ile alakalıdır
Bir örnek ile konuyu toparlayayım;
Ünlü Fransız besteci Gabriel Faure’ nin Elegie adlı bir çello eseri bulunmaktadır. Elegie ağıt anlamına gelmektedir. Faure bu eseri emprovize yani doğaçlama olarak yapmamıştır. Eseri bestelemesi uzun bir zamanını almıştır. Ayrıca önce eserin tonunu ve ritmini belirlemiş, belirli yerlerde orkestraya söz vermiştir. Dolayısı ile bu ağıtı bestelemesi uzun bir süreç almıştır.
Türk müziğinde ise böyle bir durum mümkün değildir. Köydeki Fatma Nine oğlunun cenazesi evine geldiğinde dur bir ağıt yakayım hicaz makamında 2/4’ lük olsun, bağlama bir açış yapsın diye düşünerek mi ağıtını yakar. Acısını, o an suyun nehire dökülmesi gibi bir çırpıda dilinden döker.  
Biz acımızı o anda yaşamaya başlayan bir milletiz ve böyle bir durum karşısında içimizden gelen ne ise doğaçlama çıkar ki o ağıtı yakan kişi o an ne makam bilir ne ritim bilir ne de müzikallik düşünür.
Yukarıdaki bilgilere ilaveten batı müziğinde ağıt tasarlanıp bestelenilen bir formdur ancak Türk müziğinde ağıt o anda doğaçlama yakılır.
Bu iki ağıtı da dinlerken hüzünlenirsiniz hatta duyabilirseniz, acı çekersiniz ancak biri için çok güzel diğeri için kötü diyemezsiniz. Beğenmeme hakkınız tabi ki vardır ancak bu beğenmeme o müziği aşağılama anlamına gelmemelidir.
İki farklı kültür, tek bir ağıt, iki farklı müzik anlayışı ortak payda ise acıdır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder